Dünyanın önde gelen mimarlık etkinliklerinden Venedik Bienali Uluslararası Mimarlık Sergisi’nin, koordinasyonunu İKSV’nin yürüttüğü Türkiye Pavyonu, etkinliğin 17. edisyonunda mimar ve akademisyen Neyran Turan’ın küratörlüğündeki Architecture as Measure / Ölçü Olarak Mimarlık başlıklı projeye yer verecek.

Betsy Clifton, E. Ece Emanetoğlu, Ian Erickson, Samet Mor ve Melis Uğurlu’nun da küratör yardımcıları olarak imzalarının bulunduğu Ölçü Olarak Mimarlık projesi, iklim değişikliğinin yol açtığı mevcut politik krizin ışığında mimarlık alanında, çevrecilik ve teknolojik determinizmin ötesinde, farklı diyaloglara olanak tanıyacak alternatif bir çevre düşüncesine katkıda bulunmayı amaçlıyor. Ölçü Olarak Mimarlık, Türkiye özelinde mimari yapı ve inşaat sektörünün arka planını da farklı açılardan inceleyecek.

Ödüllü mimarlık ofisi NEMESTUDIO’nun ortağı ve California-Berkeley Üniversitesi’nde Yardımcı Doçent olan Neyran Turan’la üretim pratiklerine ve gündelik yaşama dair keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

Kendinizi üç kelimeyle tanımlasanız bunlar ne olurdu?
Mimar, akademisyen, anne.

Venedik Bienali Türkiye Pavyonu için üzerinde çalıştığınız Ölçü Olarak Mimarlık projenizi üç kelimeyle tanımlasanız bunlar ne olurdu?
Mimari çevre tasavvuru, iklim değişikliği, mimarlığın kendi işleyişine dair alternatif tartışmalar.

Ne zaman yaratıcı biri olduğunuzu fark ettiniz?
Yaratıcılığı hem mimarlık hem de diğer alanlar için nasıl tanımladığımız üzerine daha fazla konuşmak ve düşünmek gerektiğine inanıyorum. Farklı insanlarla çalıştıkça yaratıcılığın kendi adıma tanımının sürekli değiştiğini söyleyebilirim kesinlikle. Eğer yaratıcılığı –eleştirel yaklaşımları olası alternatiflerle karşılıklı düşünerek– var olan koşullarda olasının ötesini arama heyecanı olarak anlıyorsak, böylesi bir heyecana sahip olduğumu özellikle bu konular üzerine düşünme fırsatı sağlayan iki ortamda daha bilinçli bir şekilde anlamaya başladığımı söyleyebilirim. Bu ortamlardan ilki NEMESTUDIO’da üzerine çalıştığımız projelerin üretim süreci ve de sonrası. Eğitmen olarak görev yaptığım okul ortamında öğrencilerimle olan ilişkilerim de yaratıcılığın üzerine düşündüğüm ikinci önemli yer.

NEMESTUDIO, Museum of Lost Volumes (2015). Rare Earth Cenotaph.

Ölçü Olarak Mimarlık projenizden kısaca bahseder misiniz?
Ölçü Olarak Mimarlık, iklim değişikliği krizi kapsamında, mimarlık alanında konuyu sadece teknolojik veya çevresel bir sorun olarak ele almaktansa – ki koronavirüs (COVID-19) pandemisi ile birlikte bu soruların yeni biçimleriyle karşılaşıyoruz – Türkiye’de inşaattan bakıma, kaynak kullanımından tedarik zincirine uzanan süreçte çevre tasavvurunun politik yönleri üzerine düşünmeyi, mimarlığın kendi işleyişi ile ilgili konulara eğilerek bakmayı amaçlıyor.

Son yılların en acil konularından iklim krizi ile mimarlık alanı arasında farklı diyaloglara olanak tanıyacak bir ilişki fikri nasıl ortaya çıktı?
Ölçü Olarak Mimarlık, adını yaklaşık son beş yıldır üzerine çalıştığım ve Mart 2020’de İngilizce olarak yayımlanan Architecture as Measure isimli kitabımdan alıyor. Kitap, Venedik Bienali Türkiye Pavyonu projesine kavramsal bir çıkış noktası sağlasa da, sergi hem içeriği hem de yaklaşımıyla yeni bir proje.

Peki projenizle ilgili hiç kimsenin bilmediği bir detayı bizimle paylaşır mısınız?
Proje yeni bir içerik sunduğu için başlığının Ölçü Olarak Mimarlık olarak kalması üzerine çok düşündük. En sonunda bu başlığın sadece bir kitaba isim vermesinden öte tartışma ortamı yaratmayı amaçlayan daha geniş bir proje olduğunu düşünerek başlığı aynı tutmaya karar verdik. Türkiye Pavyonu, kitapta tartışılan konulara ek bir içerik sağlayan yeni bir bölüm olarak düşünülebilir bu kapsamda.

Eğer mimar olmasaydınız, ne olurdunuz?
Hayat, mesleğimiz dâhil tüm kişisel seçimlerimizi her ne kadar çok kesin ve ultra planlanmış kararlarmış gibi yansıtsa da, bu kararlar bulunduğumuz ortamların sınırlarıyla arzularımız, şans ve olasılıklar zinciri örgüsünde biçimlenen sonuçlar. Eğer mimar olmasaydım bu örgünün başka bir sonucu olarak şu an hiç tahmin etmediğim bir mesleğe sahip olurdum diye düşünüyorum.

NEMESTUDIO, Nine Islands (2016). 3. İstanbul Tasarım Bienali, Biz İnsan Mıyız?’dan enstalasyon görüntüsü (2016). Fotoğraf: Sahir Uğur Eren.

Türkiye’de mimarlık alanını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye, mimarlık alanında hem zengin tarihi hem de yeni birçok tasarımcının, küratörün ve eleştirmenin farklı yaklaşımlarıyla harmanlanan haraketli ve heyecan verici bir üretim ve tartışma ortamına sahip. Dünyada önem taşıyan birçok sosyal, politik ve kültürel konu çerçevesinde hem diğer yerlerle ortak hem de Türkiye’ye özgün farklı gündemlerin oluştuğunu ve buna bağlı olarak yeni ve incelikli birçok üretimin ve tartışmanın devam ettiğini görmek mümkün.

İstanbul’da büyüdünüz ve okudunuz ve şimdi Amerika’da San Francisco şehrinde akademik ve profesyonel çalışmalarınıza devam ediyorsunuz. Bize biraz bu serüveninizden bahseder misiniz?
Evet, ben İstanbul Teknik Üniversitesi’nde (İTÜ) mimarlık okudum. Okulun Taksim’de olması kentle iç içe geçen bir eğitim sürecinden geçme şansı tanıdı. İTÜ’deki lisans yıllarımın ve oradaki hocalarımın emeklerinin sonraki gelişmelere etkisi büyük. Yurtdışı maceram ise bilinmeye ve farklı yaklaşımlara duyulan merakla başlamıştı öncelikle. İstanbul’dan Yale Üniversitesi’ne yüksek lisans için geldiğimde beni nelerin beklediğinden tam haberdar değildim tabii ki. Türkiye ve Amerika arasındaki eğitim sistemindeki farklılıklar mimarlıkla ilgili emin olduğumu sandığım birçok noktayı tekrar düşünmeme ve tartmama olanak sağladı. Sonrasında Harvard Üniversitesi’nde doktora öğrencisi ve Rice Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olmak bu serüvenin önemli diğer adımlarını oluşturdu. Bu üç okul ve şehirlerin hepsi Amerika’da olmalarına rağmen hem profesyonel hem de akademik olarak mimarlığa yaklaşımları farklılık gösteren yerler olduğu için görüşlerimin farklı boyutlarda biçimlenmesine etkide bulundular. Son dört yıldır ise önceki yerlerden bambaşka bir ortam olan Kaliforniya eyaletindeyim, önümüzdeki yıllarda burada geçirdiğim zamanın gerçek etkilerini daha iyi anlayacağımı düşünüyorum.

Ölçü Olarak Mimarlık’ın küratöryel ekibi üç ayrı kıtada çalışıyor. Bu durum projenin çalışma dinamiğini nasıl etkiliyor?
En büyük etki saat farkı, bu bazen problem bazen kazanım oluyor! Şu an koronavirüs ile yaygınlaşan dijital çalışma süreci bizim baştan beri asıl çalışma biçimimizdi.

NEMESTUDIO, Middle Earth: Dioramas for the Planet (2017). Theaters of Deforestation.

Bize geçmiş işlerinizden üçünü birer cümleyle anlatmak isteseniz, bunlar hangi işler ve nasıl cümleler olurdu?
İlki Museum of Lost Volumes. Bu proje, mimari tasavvur ve kaynak kullanımı üzerine yaptığımız ilk çalışmalardan biri olduğu için benim için ayrı bir yere sahip. İkincisi Nine Islands projesi. 3. İstanbul Tasarım Bienali’nde sergilenen bu proje, mimari malzemenin coğrafi boyutunu sorguluyor. Üçüncü olarak Middle Earth: Dioramas for the Planet projesi. Gelecekte iklim değişikliğinin etkilerini belgeleyen bir doğa tarihi müzesindeki temsiliyeti biçimlerini irdeleyen bir proje.

Yukarı