Venedik Mimarlık Bienali Türkiye Pavyonu küratörlerinden açık çağrı

Hayalet Hikâyeleri: Mimarlığın Çuval Teorisi projesi için yapmış olduğumuz açık çağrıya gösterdiğiniz yoğun ilgi için çok teşekkürler. Tekirdağ’dan Samandağ’a, Sinop’tan Mersin’e paylaştıklarınız, Türkiye'deki âtıl kalmış yapıların hem sayıca ne kadar çok olduğunu hem de tipoloji olarak ne kadar çeşitli olduğunu gösteriyor ve açık çağrımızın hedeflediği arşivi oluşturuyor.

Bulunduğunuz kentteki yeniden kullanılabilecek durumda olan âtıl yapıların fotoğraf ya da videolarını #hayaletavcıları2023 etiketiyle, @hayalethikayeleri__ hesabından bahsederek paylaşabilir ya da hayaletavcilari2023@gmail.com adresine e-posta ile iletebilirsiniz. Projenin araştırma sürecini şubat ayında tamamlayacak ve şubatın son haftasında seçkide yer alacak yapılar için görsel sahipleriyle iletişime geçeceğiz.

Katkılarınızı bekliyoruz!

***

Venedik Bienali 18. Uluslararası Mimarlık Sergisi Türkiye Pavyonu’nda yer alacak projenin belirlenmesi amacıyla yapılan iki aşamalı açık çağrı sonuçlandı. Aslı Çiçek, Prof. Dr. Ayşen Savaş, Neyran Turan, Han Tümertekin ve Ertuğ Uçar’dan oluşan Seçici Kurul, 24 başvuru arasından yaptığı değerlendirme sonucunda, küratörlüğünü Sevince Bayrak ve Oral Göktaş’ın üstlendiği Hayalet Hikâyeleri: Mimarlığın Çuval Teorisi adlı projeyi, 20 Mayıs–26 Kasım 2023 tarihleri arasında ziyarete açılacak Venedik Mimarlık Bienali Türkiye Pavyonu’nda sergilenmek üzere seçti.

Seçici Kurul üyeleri, ikinci aşamaya kalan ve her biri farklı içerik ve tasarım kaliteleri barındıran öneriler arasından, mimari ve kentsel tartışmalara özgün bir perspektif getiren Hayalet Hikâyeleri: Mimarlığın Çuval Teorisi projesini, Türkiye’de olduğu kadar dünyada da güncel ve önemli bir soruna odaklanması, zengin bir içerik ve araştırma yöntemi önermesi ve ölçeklerarası yaklaşımıyla yapıdan şehirciliğe kadar uzanan bir ilgi alanı geliştirmesi nedeniyle seçtiklerini açıkladı.

Hayalet Hikâyeleri: Mimarlığın Çuval Teorisi projesi binalarla ilgili kanıksanmış imgeleri ve yaklaşımları sorgulamayı ve geleceğe dair umut verecek önerileri ortaya çıkarmayı amaçlıyor. Ursula K. Le Guin’in Çuval Teorisi’ne dayanarak, son yirmi yılda mimarlık dünyasının geçirdiği köklü değişimden de güç alan sergi içeriği, kaideler üzerinde duran kahraman yapılar yerine, kullanılmayan yapıların hayalet hikâyelerini dinlemeyi öneriyor. Türkiye’nin hemen her şehrinde bulunan bu yapılardan oluşan güncel arşivin kolektif olarak belgelenmesi ve “geleceğin laboratuvarı” olarak ele alınabilecek bu yapıları yıkmak ya da kaderine terk etmek yerine nasıl dönüştürülebileceğine dair araştırmalar projenin ana başlıklarını oluşturuyor. Projeyle ilgili detaylı bilgi ve gelişmeler için web sitesini ziyaret edebilirsiniz.

Venedik Mimarlık Bienali Türkiye Pavyonu’ndaki sergi İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın koordinasyonunda, TC Kültür ve Turizm Bakanlığı katkılarıyla ve TC Dışişleri Bakanlığı himayesinde, Schüco Türkiye ve VitrA’nın eş sponsorluğunda gerçekleştiriliyor.

KÜRATÖRLER

SEVİNCE BAYRAK VE ORAL GÖKTAŞ

Sevince Bayrak ve Oral Göktaş 2005’te İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nden mezun olduktan sonra 2007’de SO?’yu kurdular. 2013’te MoMA/PS1 tarafından düzenlenen Yeni Mimarlık Programı’nı kazanarak İstanbul Modern için, MoMA ve MAXXI’de sergilenen Göğe Bakma Durağı’nı tasarladılar. 2015’te Kraliyet Sanat Akademisi’nin davetli yarışmasını kazandılar ve Beklenmedik Tepe adlı projelerini Londra’da hayata geçirdiler. Hemen ardından, Kayıp Bariyer adlı enstalasyonları Roma’da sergilendi. 4. İstanbul Tasarım Bienali için yaptıkları Yüzen Ev, MAXXI ve Danimarka Tasarım Müzesi’ne yolculuk yaptı. MAXXI, Yüzen Ev ve Kayıp Bariyer’e kalıcı koleksiyonunda ev sahipliği yapıyor.

Bayrak ve Göktaş’ın çalışmaları uluslararası mecralarda yayımlandı, Mies ve Ağa Han Ödülleri’ne aday gösterildi, pek çok ulusal ve uluslararası yarışmada ödül aldı. Architectural Review Emerging Architecture Award 2019’un da finalistleri arasındaydılar.

İkilinin uygulanan işleri arasında İstanbul’da mevcut yapıdan dönüştürdükleri bir kamusal kültür merkezi, bir tavuk kümesi, Saroz kırsalında bir kulübe, afet sonrası acil barınma üzerine disiplinlerarası bir araştırma projesi ile yüzme havuzu ve depodan dönüştürülmüş etkinlik salonları yer alıyor. Bayrak 2015’ten beri MEF Üniversitesi’nde öğretim üyesi. İstanbul’da kamusal alanın dönüşümü üzerine yazdığı doktora tezinden (İTÜ, 2015) uyarladığı Bir Meydan Öyküsü, Beyazıt başlıklı kitabı, 2019’da yayımlandı. Göktaş ise 2019’dan bu yana MEF Üniversitesi’nde Alternatif Mimarlık Pratikleri programındaki lisansüstü tasarım stüdyosunu yürütüyor. 2021’de MAXXI’de düzenlenen Good News, Women in Architecture sergisinde yer alan mimarlardan biri olan Bayrak’ın güncel mimarlık konularıyla ilgili yazıları popüler mecralarda yayımlanıyor.

VENEDİK BİENALİ 18. ULUSLARARASI MİMARLIK SERGİSİ: GELECEĞİN LABORATUVARI

Küratör: Lesley Lokko
Giardini ve Arsenale
20 Mayıs–26 Kasım 2023 (ön izleme: 18–19 Mayıs)

20 Mayıs–26 Kasım 2023 arasında (ön izleme: 18–19 Mayıs) Giardini, Arsenale ve Venedik’teki çeşitli mekânlarda düzenlenecek Venedik Bienali 18. Uluslararası Mimarlık Sergisi’nin başlığı ve teması, Venedik Bienali Başkanı Roberto Cicutto ve 18. Uluslararası Mimarlık Sergisi’nin küratörü Lesley Lokko tarafından açıklandı. Lokko, Venedik Bienali Yönetim Kurulu tarafından 14 Aralık 2021’de Mimarlık Departmanı’nın sanatsal direktörü seçilmişti.

18. Uluslararası Mimarlık Sergisi’nin başlığı Geleceğin Laboratuvarı.

Lesley Lokko, açıklamasında şunları söyledi: “Yeni teknolojiler, sürekli ortaya çıkıp kaybolurlarken, Dünya’nın anlamak şöyle dursun büyük olasılıkla ziyaret bile etmeyeceğimiz köşelerine filtresiz bakışlar sunuyor. Tabii yakın ile uzağı aynı anda görmek, Du Bois ve Fanon’un meşhur ifadesiyle ‘ikili bilincin’, yani madunlaştırılmış ve kolonize edilmiş her grubun iç çatışmasının bir biçimi. Bu gruplar da yalnızca ‘orada’, yani gelişmekte olan, üçüncü dünya veya Arap önadlarıyla nitelendirilen ülkelerde değil; ‘burada’, yani Küresel Kuzey’in metropolleri ve manzaralarında da çoğunluğu oluşturuyor. Avrupa’da azınlıklardan ve çeşitlilikten bahsediyoruz, oysa Batı’nın azınlıkları dünyada çoğunluk. Bu gezegende eşitlik, ırk, umut ve korkunun birleştiği, bütünleştiği tek bir yer var, o da Afrika. Antropolojik açıdan bakarsak, hepimiz Afrikalıyız. Afrika’nın başına gelenler de hepimizin başına geliyor.”

LESLEY LOKKO’NUN AÇIKLAMASI

“Öncelikle Afrika zaten geleceğin laboratuvarı. Dünyanın en genç kıtasıyız; yaş ortalamamız Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’nin yarısı; Asya’dan ise on yıl daha genciz. Yıllık %4’ü bulan bir oranla dünyanın en hızlı kentleşen kıtasıyız. Bu ani ve büyük ölçüde planlanmamış büyüme genellikle yerel çevreler ve ekosistemler pahasına gerçekleşiyor; bu da hem bölgeyi hem de tüm gezegeni iklim krizinin sonuçlarıyla karşı karşıya bırakıyor. Yalnızca %15’lik bir oranla halen en az aşılanmış kıta olsak da ölüm ve enfeksiyon sayılarının kayda değer bir oranda düşük olmasını bilim dünyası bugün bile tam olarak açıklamakta zorlanıyor. Çoğunlukta umudumuzu kaybetmiş, tarihten yana şansımız pek yaver gitmemişken dirençliliğimiz, kendi kendimize yetebilmemiz, bir de köklü bir tarihe sahip, toplulukların taban örgütlenmesine dayalı sağlık hizmetlerimiz sayesinde durumu birden lehimize çevirmeyi başardık. Bugün tüm dünyada ardı arkası kesilmeyen insan hakları ve sivil toplum mücadeleleri, Transatlantik Köle Ticareti’nin mecbur bıraktığı göçün uzun ve travmatik tarihiyle aynı zemine oturuyor. Sürekli karbonsuzlaştırmaktan bahsederken, Avrupa’nın modern dünyayı şekillendiren emperyalist yayılmacılığı için ihtiyaç duyduğu ilk yakıtın siyah bedenlerin emeği olduğunu unutmak kolay. Irk eşitliği ve iklim adaleti aslında aynı madalyonun iki yüzü.

Yine de umut güçlü bir değer. Umutlu olmak demek, insan olmak demek. Şahsen bugün bu masada bulunmamı, benden önceki nesillerin daha adil, kapsayıcı ve eşitlikçi bir dünya talebini yorulmaksızın yinelemesine borçluyum. Modern, çeşitliliğe önem veren, kapsayıcı bir toplum hem cezbedici hem de ikna edici; ancak imge olarak kaldığı müddetçe bir seraptan ibaret. Bize temsilden fazlası lazım; bunu da imgeleri gerçeğe dönüştürmekte tarih boyunca önemli roller üstlenen mimarlar sunabilir.

İkinci olarak, mimarlığın bu dünyadaki –ve bundan sonra gelecek dünyadaki– geçerliliğine dair düşüncelerin ortaya konduğu bir mekân ve zaman sağlayan Venedik Bienali de geleceğin bir laboratuvarı gibi. Günümüzde ‘laboratuvar’ sözcüğü bilimsel araştırmayla özdeşleşmiş durumda; genellikle de çok belirgin bir oda veya bina görüntüsünü akla getiriyor. Oysa Richard Sennett’in laboratuvar sözcüğünün türetildiği ‘atölye’ üzerine yaptığı inceleme, ortaklaşa çaba kavramının farklı bir açıdan derinine iniyor. Atölyeler Antik Dünya’da (hem Çin’de hem de Yunanistan’da) medeni hayatı ayakta tutan kurumların başında geliyordu. Amerikan İç Savaşı’nın ardından, eski bir köle olan Booker T. Washington, özgürlüğüne kavuşanların evlerinden ayrılıp iki kurumda (Hampton Enstitüsü ve Tuskegee Enstitüsü) eğitim aldıktan sonra topluluklarına dönmelerine dayalı bir proje geliştirmişti. Bu geçici süreç boyunca eşitler arasındaki ilişkilerin kurulduğu deneyimler ve gündelik temaslar aracılığıyla işbirliklerinin oluşturulması önemliydi. Biz de sergimizi bir tür atölye; yaratıcı disiplinlerin geniş yelpazesinden gelen mimar ve uygulamacıların güncel üretimlerinden örnekler çıkararak izleyicilere (hem diğer katılımcılara hem de ziyaretçilere) geleceğe dair kendi hayallerini kurabilecekleri yollar ördükleri bir laboratuvar olarak düşünüyoruz.”

ROBERTO CICUTTO’NUN AÇIKLAMASI

“Dünya ezelden beri kültürel yanlış anlaşılmalarla doluydu: 20. yüzyılın başına dek Avrupa, Afrika sanatını barbarlıkla özdeşleştiriyor, anlaşılmaz buluyordu. Avrupalıların Bantù maskesine farklı bir açıdan bakabilmeleri için avangart sanatçıların provokasyonlarına maruz kalmaları gerekmişti. Paskalya Adası’ndaki heykellerin anlamına yalnızca kültürlü, seçkin bir sınıf vâkıftı: Avrupa halkları Hindu tapınaklarındaki erotik oymaların fotoğraflarını gördüklerinde onları müstehcen ve sapkınlık olarak nitelendirmişti; belki Çin’de de durum böyleydi. Diğer dinlerin müritlerinin kutsallarını hayvan formunda temsil ettiğini gören Hıristiyanlar ortalığı birbirine katmıştı, oysa Batı Hıristiyanlığının Kutsal Teslis’in üçüncü varlığını [Kutsal Ruh] yüzyıllar boyunca kumru olarak temsil ettiğini unutuyorlardı.” (Umberto Eco’nun, Milano’daki Expo 2015’in açılışında düzenlenen Kültür Bakanları Toplantısı kapsamında yaptığı Lectio Magistralis adlı konuşmasından bir parça)

“Bugün bu sözlere atıfta bulunuyorum, çünkü Lesley Lokko’nun küratörlüğünü üstleneceği 18. Uluslararası Mimarlık Sergisi’nin de bu konuya dair söyleyecek çok sözü olduğuna, üzerinden yedi yıl geçen Kültür Bakanları Toplantısı’na bir nevi güncelleme getireceğine inanıyorum. Lesley, seçtiği başlıkta yıpranmış, ancak yeri doldurulamaz iki sözcüğü (laboratuvar ve gelecek) kullanarak tüm anlam ve önemlerini onlara iade ediyor.

Lesley’nin yaklaşımının bienal ziyaretçileri, mimarlık dünyası ve genel anlamıyla kültür dünyası arasındaki bir anlaşmanın tasarısını andırdığını göreceksiniz. Fazlasıyla pratik çıkarımlara ve net bakış açılarına dayanan; katılan ülkelerin temsilcilerinin; Giardini’yi, Arsenale’yi ve Venedik kentini dolduracak herkesin gözlerinin içine bakan bir sergi olacak bu. Tüm bunlar dünyaya hitap edebilmek için. Nitekim küratörler de Venedik Bienali’nin uluslararası sergilerinin düzenlenmesi görevini bu yüzden üstleniyor.”

ULUSAL KATILIMLAR VE PARALEL ETKİNLİKLER

18. Uluslararası Mimarlık Sergisi her zaman olduğu gibi Ulusal Katılımlara ev sahipliği yapacak. Her ülke Giardini’deki, Arsenale’deki ve Venedik’in tarihi merkezindeki pavyonlarda kendi sergisini sunacak. Bienal kapsamında bu yıl da gerçekleştirilecek bir diğer program, uluslararası kurumlara Venedik’te kendi sergilerini düzenleme ve girişimlerini tanıtma imkânı sunan Paralel Etkinlikler seçkisi olacak.

Yukarı