Nejat Bey ile benim özel ilişkilerim umumiyetle cumartesi veya pazar günleri Nejat Bey'in Yeniköy'deki köşkünde yapılan sabah kahvaltılarıyla devam etmiştir. Yine böyle bir sabah kahvaltısında Nejat Bey bana bir festival kurmak istediğini açıkladı. Böyle bir festival için vakıf kurulmasında hukuki safhaları yüklenebileceğimi söyledim ve vakıf senedini o tarihte yürürlükte olan mevzuata göre düzenleme işini üstlendim.
Nejat Bey bana vakfa kurucu olarak katılacakların listesini verdi. Listedeki rakamlar böyle bir yatırım için son derece düşüktü. En büyük meblağ o tarihte başkanı bulunduğu Turing Kulübü tarafından verilmişti. Bu cihetle bir mekânı bulunmayan bu vakıfta istihdam edilecek personelin zaruri giderlerini karşılamak da mümkün olmadığından o tarihte yürürlüğe giren Cumhuriyet'in 50. Yılını Kutlama Kanunu'ndan istifade etmek fikri hatırımıza geldi.
O tarihteki hükümette başbakan yardımcısı olan arkadaşım İsmail Hakkı Tekinel'e gittim. Hem Aya İrini ve Topkapı Sarayı orta bahçe kapısında konserler tertip etmemize yardımcı olmasını hem de Cumhuriyet'in 50. yılı kutlama giderlerinden bize pay verilmesini istedim. İsmail Hakkı Tekinel Bey beni kırmayarak Nejat Bey'le birlikte Ankara'ya gelmemizi istedi. Başbakanlığın uzun toplantı masasında bizi karşıladı, festivali desteklenmeye uygun bulduklarını, verilebilecek meblağın hesaplanarak belirleneceğini söyledi. İstanbul'a dönüşümüzde vakfın tüzel kişiliğinin kurulması için bir vakıf senedinin tanzimi ve mahkemece tescili icap ediyordu. Çok yakından tanıdığım İstanbul 20. Noteri Uğur Kalafatoğlu'nu aradım. Gece birisini çalıştırarak oldukça kalın vakıf resmi senedini yazdırdım. O gün 50 kişiye ulaşarak imzalarını aldık ve ertesi sabah İstanbul Adliyesi'nde o gün nöbetçi olan asliye hukuk mahkemesine giderek tescili yaptırdım. Böylece parayı Ankara'dan tüzel kişiliğe temin ettik.
1973, Aya İrini Kilisesi'nin tahsisi ve festivalin ilk mekânları hakkında...
Aya İrini Kilisesi bize tahsis edildiği vakit bütün camları kırıktı, çerçeveleri çürümüştü, içinde muazzam güvercin yuvaları vardı, binada su tesisatı ve tuvalet yoktu. Kilise içindeki bu görünümün dışında kimi basın mensupları burada yapılacak konserler sırasında meydana gelecek rezonans sebebiyle kilisenin yıkılabileceğini bile ifade ettiler. Bunun üzerine bir rölöve bürosuna giderek bana yardımcı olmalarını istedim. Görevliler anlattığım bu işe gönül verdiler ve o gün hemen Aya İrini'ye geldiler; sonuçta rezonans tehlikesi olmadığına dair bir rapor verdiler. Hatırladığıma göre bu raporda sakınca olarak ahşap olan birinci balkonun üstünde bulunan orijinal kâgir balkonun kullanılmaması tembih ediliyordu. Bunun üstüne ilk iş Aya İrini'nin güvercinlerden temizlenmesi gerekiyordu. Yüzlerce yuvayı duvarlardan sökmek ve güvercinleri çıkarmak çok zor bir işti. Birisinin verdiği akıl üzerine Fatih İtfaiyesi'ne gittim. Bir ekip vererek güvercin yuvalarını halen boş gözüken duvar deliklerinden söktüler. Bu arada pencerelere çerçeve yerine kafes teller geçirttim. Yerdeki güvercin pisliklerini Yeni Cami'nin arkasında güvercin gübresi satanlara temizlettim. Sıra geldi su tesisatına ve tuvalete. Aya İrini Kilisesi'nin büyük giriş kapısının sağında bir lokali kadın ve erkek tuvaleti olarak üç günde yaptık. Su ihtiyacına da çatısına koyduğumuz bir büyük su deposuna hariçten arozöz ile su taşımak suretiyle kendimize göre bir çare bulduk.
Festival lokalleri arasında Aya İrini ve Topkapı Sarayı orta bahçe kapısından başka İstanbul Teknik Üniversitesi Maden Fakültesi'nin Maçka'da bulunan salonu ve Fatih Çarşamba mıntıkasında bulunan Darüşşafaka Lisesi'nin müsamere salonu vardı. Bir de Spor ve Sergi Sarayı'nın bahçesindeki Sümerbank'ın kapalı sergi salonu bize tahsis edildi. Bu lokallerin tanzimi ve konser salonu haline getirilmesinin sayılı gün ve saatlere bağlı olduğunu düşünürseniz o günkü imkânlara göre bu işlerin yapılması üstün bir başarı oldu.
Darüşşafaka Lisesi'nin karşısında oduncular vardı. Bu odun yığınlarını örtmek için üstüne tente kaplattım. Maden Fakültesi'nin soğutma tesisatı bozuktu. Sahne altına balık halinden temin ettiğim ahşap yarım fıçıları getirdim, belediyenin Sütlüce Karaağaç'ta bulunan buz fabrikasından buzları da içine koydum ve arkasına yerleştirdiğim vantilatörlerle soğuk havayı salona göndererek bir serinlik sağladık.
Vakfın ilk rehberleri ne giyiyordu?
Rehberler ve hostesler için, Akın Tekstil'den temin ettiğim İstanbul mavisi elbiseler kullandım ve hepsinin ayağına da bugün rahmetli olmuş aziz dostum Semih Tanca'dan bedava ayakkabılar yaptırdım. Hatırladığıma göre bu ekibin basında toplu resimleri ve yazıları dahi çıkmıştı.
Vakfın ilk piyanosu...
Piyano ilk defa Darüşşafaka'nın müsamere salonunda verilen Polonya Radyo ve Televizyon Senfoni Orkestrası konseri için tahsis edildi. Konser programlarında konser verecek yabancı orkestraların aletleri hep geçici ithal ile geliyordu. Fakat festival için Türkiye'de bir piyano bulunması zorunluluğu vardı. Bunun için gözümüze çok büyük bir para olarak gözüken 180 bin liraya bir piyano aldık. Fakat bu piyanonun vakıf namına gümrükten geçirilmesi için hatırladığım kadarıyla gümrükte yüzde 100'den fazla bir vergi ödememiz bahis konusu oldu. Bu parayı verme imkânımız olmadığı için gümrük kanununu açtım. Gümrüksüz geçirmenin iki yolu vardı: Bir tanesi Cumhurbaşkanlığı Orkestrası için ve diğeri de Devlet Opera ve Balesi için getirilecek müzik aletleri idi. Piyanoyu hemen İstanbul Devlet Opera ve Balesi'ne hediye ettik. Ve bu şekilde piyano gümrüksüz bir şekilde geçti.